İrfan Yalçın’ın “İki katlı hüzün dolu kent” diye tanımladığı Zonguldak bir emek kentidir. Yine onun deyimiyle, bu kentte, “Ekmeğin en namuslusu pişer.” Bacaların tütüp, annelerin, çocuklarını, sofradan gülen bir yüzle kaldırmasını sağlayan “Emeğin, en derinidir.” Bambaşka güzelliklerin diyarıdır: Zonguldak denen ağacın, “Çiçekleri köklerinde açar.” Ekonominin çarkları dönsün, memleket mamur olsun, tüm ülke yarınlara aynı umutla yürüsün, insanların yüzü hep gülsün diye, hiç çekinmeden, “Ölümlerden gelinip ölümlere gidilen” kentin adıdır. Behçet Kalaycı çok yakından tanıdığı, içlerinden biri olduğu insanı için şahitlik eder ki, “Yüzleri gecelerce kara” olsa da “içleri ap ak”tır. Eli yüzü kapkara madenkeşler, her gün, üç vardiya, “Soluyan iri kömürler gibi çıkar” madenden dışarı. Memleketler içinde bir kutlu memlekettir Zonguldak, vefakârdır, üretkendir, yurtseverdir. Ülkesine değer katmak için Kurtuluş Savaşı’ndan daha çok şehit vermiş bu gazi kentin, insan mayası böyle çalındığı için “Has oğullar veren bir kovandır” her zaman…
KENDİNE ÖZGÜ İSLİ BİR DİL KULLANILIR BU KENTTE
Çok önceden çizilip Dilaver Paşalı yıllarda mührü basılarak kadr-i mutlak hale getirilen kaderi hiç değişmemiştir ne hikmetse. Aynı köyde doğup, aynı tarlanın ekmeğiyle büyüyen, aynı havayı soluyup, aynı yağmurda ıslanan evlatları, “Hiç değişmeyen yaman bir yazgıyla yollanır Hades’in diyarına.” Çaresi yoktur, ocaklarını tüttürecektir ülkesinin, ta ezelden buna mükellef yapılmış, mecburcu kılınmıştır. Bu nedenle, “Kurumadan babaya dökülen yaşlar, oğulların öyküsü başlar” bu ellerde. Başka her yerden farklı olarak, nüfus kaydında Zonguldak yazanlar, hiç yüksünmeden, “Yapışıp babalarının bıraktığı kanlı kazmaya / başlarlar ölümcül kömürü kazmaya…”
ZONGULDAKLI “VARAGEL” İLE ÇIKAR YOKUŞLARI, “ “DESANDRE” İLE BAYIRLARI İNER
Kendine özgü isli bir dil kullanılır bu kentte. “Gruplu çalışma”, münavebe”, mürettep köy”, “pasoluyla gitmek”, “tahkimat yapmak”, “kapak tutmak” gibi sözlerin başka yerde hiçbir anlamı yokken, burada çocukların bile ezberindedir. “Domuzdamı” sözcüğü, sevimsiz ilan edilmiş bir hayvanı değil, tıpkı “bağ” gibi güvenliği, korunmayı ve eksili karanlıklarda hiç durmadan süren üretimi betimler. Kocalarının pavyonlarda sabahladığını bilen kadınlar, keyifle uyanır sabahlara. “Pavyon” vur patlasın sefahatin değil, yorgun bedenlerin dinlendirildiği güvenlikli yerin adıdır çünkü. Başkaları hiç farkında olmasa da, yerin derinliklerinden hayata
hep “baş yukarı” sürülür. Her yer gibi, buranın da, dağları, yalçın kayalıkları, gün yüzü görmemiş koyakları vardır. Başka yerlerde patikadan ulaşılır, dik yamaçlar aşılır, bayırlar geçilir. Ama Zonguldaklı “varagel” ile çıkar yokuşları. “Taban yolu”ndan ilerler, “desandre” ile bayırları iner. “Nefeslik”te soluklanır. “Lağım”dan pis kokular değil de üretim heyecanı yükselir. Kimi zamansa “Tumba” edilir sevinçler…
ZONGULDAK, HER TONDA BİR BAŞKA DELİREN YEŞİLİN ADIDIR
“Grizu” ecelsiz ölümlerin, yüreklerde hiç bitmeyen acının, kulakları sağır eden patlamanın adıdır. Bu sözcük duyulduğunda yüreği ağzında bir koşu başlar kuyu başlarına… Sedyede battaniyeye sarılı olarak çıkan her bedenle, bir kez daha ölünür. “Mükellefiyet” vergiyle ilgili bir kavramı değil bitimsiz acıyı, bir büyük zulmü, jandarma dipçiğini anlatır. Adına “Dilaver” denen bir Paşa, ta 19. yüzyılın ortalarında, 13 yaşından 50 yaşına kadar tüm erkekleri ocaklarda çalışmaya mükellef etmiştir. Günyüzü görmeden jandarma zoruyla ocaklarda çalışmak zorunda kalan “kıvırcıklar” tam da bunun için, “Mükellefin urganı/ terli olur yorganı/ Mükelleften kurtulan/ çifte kessin kurbanı” şeklinde maniler yakmıştır. Yetinmemiş, “Zonguldak’ın treni/ Hem ileri hem geri/ Kör olası mükellef/ Dul ettin gelinleri” diye ilençler okumuştur kahırla.
BURADA “YÜKSEKLERDEN YEŞİL AKAR MAVİLİKLERE”
Hepten de haksızlık etmeyelim, bahtı gibi her şey de kara değildir elbette. Madenkeşlerin, günlerin kısa, çalışma süresinin uzun olduğu vakitlerde görmeye hasret kaldığı gökyüzü, tıpkı engin denizler gibi, camgöbeğinden uçuk maviye, patlıcan morundan kül rengine, lacivertten ak pamuğa hayatın bin bir rengiyle uzanır mesela şehrin üstünde. Zonguldak, kömürün karası kadar her tonda deliren yeşilin de adıdır. Tıpkı Behçet Kalaycı’nın dediği gibi, içine girdiğinde gökyüzünü görmekte zorlanacağınız, “Zonguldak dağlarında, bahar, çiçek tozlarıyla genzinizi yakar.” Dik yamaçları, olağanüstü güzellikteki fiyortları, birçoğu acımasızca yok edilen uzun kumsallarıyla, denizin aşkla öptüğü bir kenttir. Kimi zaman sevdasından delirir Karadeniz, öfkeli dalgaların hışmıyla vurur kayalara. Kimi zaman küçük bir çocuk olur, ipeksi dokunuşlarla sahillere yayılır. Hangi dona, hangi renge bürünürse bürünsün, “Zonguldak tepelerinden deniz / Bir başka görünür, / Yükseklerden yeşil akar maviliklere…”
EREĞLİ: ÇELİK VE ÇİLEK KADAR HERACLES VE KRİSPOS’UN DA KENTİ
Kim ne kadar farkında bilinmez, Zonguldak, aynı zamanda, bir uzun insanlık öyküsüdür. Her ne kadar adı anıldığında, akla önce çelik, ardından çilek gelse de Ereğli, fizik ve moral gücün
simgesi, Jüpiter’in oğlu Heracles’in (Herkül) kentidir. Mitolojik söylencelere göre cehennemin ağzı Ereğli’dedir. Söylence çoktur: Heracles, Hades’in yönettiği ölüler ülkesinin bekçisi, üç başlı köpek Kerberos’u yenerek Ereğli’deki Cehennemağzı Mağarası’ndan çıkararak götürür mesela Atina’ya. Ereğli, Fariz ülkesinin (Mısır) ve su kadar altın renkli başaklar da taşıyan bereketli Nil nehrinin vatandaşı Krispos’un da ebedi meleketidir. O Krispos ki, dönüp duran bir trajedinin ilk zafer çelengini kazanan kişidir. Dünya bu pantomimciye hayran kalmış, onu övmüş ve tiyatronun altın çiçeği olarak ekmiştir Ereğli’nin bağrına. Parlak cazibesi yirmi dokuzuncu yaşında beklenmedik bir anda sönen Pantomimci Krispos, Ereğli’de bir lahit mezarda gömülüdür.
BİZE DAİR EN ÇOK ÖYKÜ TAŞIYAN KENT: EREĞLİ
Lafı uzatmadan söylemek gerekirse, üç bin yıla uzanan tarihiyle Ereğli, emek diyarının en kadim kenti, en parlak incisidir. Ereğli’ye gelenler, söylencelerin izini sürüp, soluk kesici doğasının içine gizlenen insanlık mirasını hayranlıkla izlerken, yiyen herkese, “bayıldım” dedirtecek Ereğli pidesi ve buraya özgü usulle yapılan kabak tatlısı ile damaklarını da şenlendirebilir. Konaklama imkânının bol olduğu Ereğli’de, Karadeniz’in üstünde eşsiz güzellikle batan güneşi izleyerek balık yemek, yalnızca damakların değil gönüllerin de şenlendiği anlardan biri olarak yazılacaktır anı evine. Ereğli’nin varsıllığı yalnızca bunlardan ibaret değildir. En uzun Zonguldak öyküsünün kahramanı, Uzun Mehmet de buralıdır, Kurtuluş Savaşı’mıza tek deniz zaferini armağan eden Alemdar gemisi de. Yörede biriken insan öyküleri içinde, bize dair en çok öykü taşıyan kenttir Ereğli…
KAVİMLER KAPISI: FİLYOS
Miletoslu Rahip Tios’un kenti Filyos’la, Kadıoğlu köyündeki Lkyrgos ve Ambrosia mozaiklerine ev sahipliği yapan Çaycuma, bu tarihsel birikimiyle, en önemli geçmiş-gelecek köprülerinden birini oluşturmaktadır Zonguldak’ın. M.Ö 7. yüzyılda, kurulan Filyos’un adı farklı kaynaklarda “Tion”, “Tium”, “Tieion” olarak da geçer. Önce Kimmerlerin istilasına uğrayan kent, bir müddet Lidya, sorasında da Pers ve Bithynia egemenliği altında kalır. M.Ö. 4. yüzyılda, Herakleia Pontike’ye (Ereğli) bağlı bir kent olarak sikke de basmaya başlayan Filyos, kısa süre Amastris’in kurduğu birlik içinde de yer alır. VI. Mithridates zamanında Pontus Krallığı’nın işgaline uğrar ve sonrasında bazen Pontus, bazen de Bithynia devleti arasında el değiştirir. Milattan Önce 70’de General Aurelius Cotta tarafından Roma egemenliği altına alınan Filyos, Bizans İmparatorluğu döneminde bir piskoposluk merkezi olarak dikkat çeker. Bu kısa öykü bile antik çağlar boyunca Karadeniz’in önemli bir liman kenti durumunda olan Filyos’un, aynı zamanda bir kavimler kapısı olduğunu, pek çok medeniyete ev sahipliği yaptığını da anlatmaktadır.
ÇAYCUMA KADIOĞLU’NDAKİ BİNLERCE YILLIK MİTOLOJİK ÖYKÜ
Dedik ya bu eller söylenceler diyardır. Olympos’un 12 tanrısından biri Dionysos, kutsal içkiyi bulmuş, tanrılara sunmuştur. Tanrılar katında da beğenilen içkiyi tanıtmak, yapımını öğretmek için dünyayı dolaşmaya başlar. Epey dolaştıktan sonra yolu Trakya’ya düşer. Trakya Kralı Lykurgos tam bir üzüm ve şarap düşmanıdır. Bir deniz kıyısında Dionysos’un anlattıklarını dinleyip kutsal içkiyi tadarak eğlenenlere baskın düzenler, tutsak edip eziyet eder hepsine. Dionysos denizin derinliklerine atarak zar zor kurtarır kendini. Ne de olsa Olympos’un 12 tanrısından biridir, kendisine yapılan saygısızlığa affetmez asla. Gazaba gelip aklını alır Lykurgos’un. Deliren Kral, asma ağacı sanarak oğlunu keser bıçakla, sonra sıra başkalarına, en son da kendine gelir. Bu söylence, dile geldikten kim bilir kaç yıl sonra, Çaycuma’nın, o sıralar adının ne olduğunu bilemediğimiz Kadıoğlu köyünde hayat bulur. 240’lı yılların ortalarında, yörede yaşayan varsıl bir Romalı, Kadıoğlu köyüne yaptırdığı kır evininin tabanına, rengarenk mozaiklerle oya gibi işletir söylenceyi. Yıllar sonra Nizamettin Oral’ın tesadüfen bulduğu mozaiklerde betimlenen hikâyede Deli Kral Lkyrgos’un hedefi bu kez Ambrosia’dır. Mitolojik kaynaklarda, kimi zaman tanrıların yiyeceği, kimi zaman içeceği olarak tasvir edilen Ambrosia, bir başka söylenceye göre de Lkyrgos’un koruyucu annesidir.
DEVREK’TE BASTON BİR KÜLTÜRDÜR
Ta Friglerden bu yana insanlığın izlerini taşıyan Devrek, Zonguldak’ın bir başka kadim, bir o kadar da güzel beldesidir. Ahşap sanatının tüm inceliklerinin sergilendiği Devrek’te, zengin Batı Karadeniz ormanlarında yetişen şimşir ağaçları, ustaların mahir ellerinde, insanı hayata bağlayan bastona dönüşür. Baston bir aksesuar değil bir yaşam kültürü, bambaşka sevinçlerin kaynağıdır. Ustaların ustası Münteka Çelebi, “Devrek bastonu, bir sevgi, bir duyarlılık, bir aşk mahsulüdür” der bu yüzden. Devrek beyaz baklavası, cevizli kömeci, mancar (karalahana) dolması, mancardan yapılmış türlü yemekleri, eriştesi, malayı, tiriti, kabuklu fasulyesiyle bir lezzet diyarıdır ayrıca. Yemeğe vakit ayıramayıp ayaküstü karın doyurulan zamanlarda bile, alacağınız bir Devrek simidi, yanında yudumlanacak çayla doyumsuz bir ziyafet sunar. Devrek, özelliklerini ısrarla koruyan kenttir bir de. Haftanın günleri yedi değil, altıdır mesela orada.
Pazar günü iki tanedir çünkü. “Kapalı pazar” hafta tatili olan “pazar” gününü anlatırken, “açık pazar” Devrek pazarının da kurulduğu “pazartesi” günlerini getirir akıllara…
ALALPLI’DA 4116 YAŞINDA BİR ULU BİLGE YAŞIYOR
Yalnızca üretimleri, insanı, biriktirdiği kültürü ile değil, doğası, jeolojik oluşumları, ulu ormanları ile şaşırtıcı güzelliklerin, büyük varsıllıkların kentidir Zonguldak. Unutmasın hiç kimse, Alaplı’da, bakır çağından bu yana tanığı olduğu her şeyi kayıt altına almış, 4116 yaşında bir ulu ağaç yaşıyor. Azamet ve vakarla, birkaç kişinin kucaklamakta zorlanacağı gövdesi ve göğe kadar uzanıyormuş duygusu veren dallarında binlerce yılın bilgisini taşıyor. Bol oksijenli Bacaklı Yaylası, çayırı çimeniyle gönül çelen Bölüklü Yayla’da dolaşırken, tenlere çarpan serin rüzgâr, kulaklara, Alaplı ormanlarında yaşayan bin yaşın üstündeki onlarca ağacın arasından derlediği kadim hikâyeleri de fısıldıyor…
ZONGULDAK BİR MAĞARALAR ŞEHRİDİR
Zonguldak derinliklerindeki karanlık dünyada yalnızca kömür mü saklar? Hayır. Aynı zamanda bir mağaralar şehridir. Olağanüstü renk ve desenlere sahip damlataşlarıyla büyülü güzellikler barındıran kentteki mağaraların neredeyse tümü aktiftir. Kimilerinin içinde sarkıt, dikit ve traverten gibi jeolojik oluşumların yanı sıra, akarsular, hatta botlarla gezilip saatlerce yüzülecek göller de bulunur. Cehenenemağzı, Gökgöl, Çayırköy mağaraları en ünlüleri olsa da, Kilimli’deki Kızılelma 6.630 metre ile en uzununu oluşturur mesela. Cumayanı 1.100, Erçek 890, İnağzı 793, llıksu 606, Sofular Mağarası ise 490 metredir. Ne yazık ki, il merkezindeki Gökgöl Mağarası ile Ereğli’deki Cehennemağzı Mağaraları dışında, aydınlatması ve gezi yolları yapılarak ziyarete açılan yoktur…
KIVIRCIK’I, LAZ’I, KÜRT’Ü DAYANIŞMA İÇİNDE KURDU BU KUTLU KENTİ
Uygulanan yanlış balıkçılık politikaları, açgözlülüğün verdiği hoyrat kullanım nedeniyle eskisi kadar bereketi kalmasa da, oltasını sallayan, ağını atan hiç kimseyi boş çevirmez yine de denizi. En kötü olasılıkla karın doyuracak bir rızık verir. Eşsiz güzellikteki plajlar, anımsayanlar için bir gönül yarasıdır. Alaplı’da, Ereğli’de, Kozlu’da, Kilimli’de, Filyos’ta birçok plaj yol, liman yapma gayretkeşliğinin kurbanı olmuştur çünkü. Kapuz, kadrini bilenler için dünyanın en güzel plajıdır yine de. Erdemir, Ilıksu, Değirmenağzı plajları, Ömerağzı, Göbü, Türkali, Filyos sahilleri yalnızca bedenleri değil gönülleri de serinletip huzur bulunacak yerler olarak durmaktadır yerinde. Dedik ya burası Zonguldak. Anlatmakla bitmez. Gidip görmek, insanıyla hemhal olmak gerekir.
Pazar günü iki tanedir çünkü. “Kapalı pazar” hafta tatili olan “pazar” gününü anlatırken, “açık pazar” Devrek pazarının da kurulduğu “pazartesi” günlerini getirir akıllara…
ALALPLI’DA 4116 YAŞINDA BİR ULU BİLGE YAŞIYOR
Yalnızca üretimleri, insanı, biriktirdiği kültürü ile değil, doğası, jeolojik oluşumları, ulu ormanları ile şaşırtıcı güzelliklerin, büyük varsıllıkların kentidir Zonguldak. Unutmasın hiç kimse, Alaplı’da, bakır çağından bu yana tanığı olduğu her şeyi kayıt altına almış, 4116 yaşında bir ulu ağaç yaşıyor. Azamet ve vakarla, birkaç kişinin kucaklamakta zorlanacağı gövdesi ve göğe kadar uzanıyormuş duygusu veren dallarında binlerce yılın bilgisini taşıyor. Bol oksijenli Bacaklı Yaylası, çayırı çimeniyle gönül çelen Bölüklü Yayla’da dolaşırken, tenlere çarpan serin rüzgâr, kulaklara, Alaplı ormanlarında yaşayan bin yaşın üstündeki onlarca ağacın arasından derlediği kadim hikâyeleri de fısıldıyor…
ZONGULDAK BİR MAĞARALAR ŞEHRİDİR
Zonguldak derinliklerindeki karanlık dünyada yalnızca kömür mü saklar? Hayır. Aynı zamanda bir mağaralar şehridir. Olağanüstü renk ve desenlere sahip damlataşlarıyla büyülü güzellikler barındıran kentteki mağaraların neredeyse tümü aktiftir. Kimilerinin içinde sarkıt, dikit ve traverten gibi jeolojik oluşumların yanı sıra, akarsular, hatta botlarla gezilip saatlerce yüzülecek göller de bulunur. Cehenenemağzı, Gökgöl, Çayırköy mağaraları en ünlüleri olsa da, Kilimli’deki Kızılelma 6.630 metre ile en uzununu oluşturur mesela. Cumayanı 1.100, Erçek 890, İnağzı 793, llıksu 606, Sofular Mağarası ise 490 metredir. Ne yazık ki, il merkezindeki Gökgöl Mağarası ile Ereğli’deki Cehennemağzı Mağaraları dışında, aydınlatması ve gezi yolları yapılarak ziyarete açılan yoktur…
KIVIRCIK’I, LAZ’I, KÜRT’Ü DAYANIŞMA İÇİNDE KURDU BU KUTLU KENTİ
Uygulanan yanlış balıkçılık politikaları, açgözlülüğün verdiği hoyrat kullanım nedeniyle eskisi kadar bereketi kalmasa da, oltasını sallayan, ağını atan hiç kimseyi boş çevirmez yine de denizi. En kötü olasılıkla karın doyuracak bir rızık verir. Eşsiz güzellikteki plajlar, anımsayanlar için bir gönül yarasıdır. Alaplı’da, Ereğli’de, Kozlu’da, Kilimli’de, Filyos’ta birçok plaj yol, liman yapma gayretkeşliğinin kurbanı olmuştur çünkü. Kapuz, kadrini bilenler için dünyanın en güzel plajıdır yine de. Erdemir, Ilıksu, Değirmenağzı plajları, Ömerağzı, Göbü, Türkali, Filyos sahilleri yalnızca bedenleri değil gönülleri de serinletip huzur bulunacak yerler olarak durmaktadır yerinde. Dedik ya burası Zonguldak. Anlatmakla bitmez. Gidip görmek, insanıyla hemhal olmak gerekir.